Perşembe , 28 Mart 2024

ERMENİ TEHCİRİNİN NEDENLERİ

               Türk Tarihinde utanç duyacağımız bir olay yaşanmamıştır. Tam tersine Osmanlı Devletinin ve Türk Milletinin en zor anında karşılaştığı bir ihanet vardır. Bu ihanet sadece o yıllarla sınırlı değildir.  1915 tehcirine gelene kadar Ermeni sorunu, temeli 1774 Küçük Kaynarca Anlaşması’na kadar dayanan siyasal bir süreçtir. 21 Temmuz 1774 tarihli Küçük Kaynarca Antlaşması’nın VII. maddesi ile Rusya Türkiye’deki Hıristiyanların koruyucusu durumuna gelmiştir.  Rusya, ayrıca, Beyoğlu’nda bir Ortodoks kilise yapma, eski bir kiliseyi onarma, bunları kullanma, bütün bu konularda Osmanlı Hükümeti katında girişimlerde bulunma hakkı da elde etmiştir. Bundan sonra Rus Çarlığı, Kaynarca Antlaşması’na dayanarak, Osmanlı Hıristiyanlarının “koruyucusu” rolünü üstlenmiş ve Osmanlı Devleti’nin içişlerine karışmaya başlamıştır.

               Bundan sonra Osmanlı tebaası Hıristiyanlar, bu arada Ermeniler, kendilerini Rus Çarının tebaası gibi görmeye başladılar. Daha 19. yüzyıl başlarında, gerek İstanbul’da, gerek Doğu Anadolu’da birçok Osmanlı Ermeni’si cebinde Rus pasaportu taşıyordu. Gizli veya açık olarak Rus pasaportu elde etmiş olan Osmanlı Ermenilerin sayısı yıldan yıla arttı. Bu Ermeniler, her Osmanlı-Rus savaşında Ruslara hizmet etme yoluna sapmışlardır.

               Ermeniler ilk defa 1244 (1829) Türk-Rus savaşının doğu cephesinde Ruslara kılavuzluk ettiler. 1293 (1877-1878) Türk-Rus savaşında Rus ordusu Erzurum’u kuşattığı bir sırada bir kaç bin Ermeni, halkın ve ordunun manevi gücünü kırmak, bozgun ve panik çıkarmak için harekete geçtiler. Bu savaş Osmanlı devletinin korkunç yenilgisiyle sonuçlanmış, Rus ordusu İstanbul’un yanı başındaki Ayastafonos’a (Yeşilköy)  kadar gelmiştir. Edirne’de barış görüşmeleri başlamıştır.

               İşte Ermeni meselesi bu görüşmeler sırasında Ermeni Patrik’i Nerses’in ida­resinde Edirne’deki Ermeni papazlarının Rus ordusu Başkomutanını görmeleri sonunda ortaya çıkmıştır. Ermeniler, Ermeni meselesini ıslahat yalanı ile Ayastafonos (Yeşilköy) antlaşmasına koydurdukları 16. madde ile sürekli canlı tuttular. Daha sonra toplanan Berlin kongresi de Ermeni meselesini Berlin antlaşmasının 61. mad­desine “Islahat” adıyla koyarak kabul etti. Bu 61. madde ile bütün Avrupa’nın Hristiyan devletleri hep bir ağızdan ıs­lahat bahanesiyle doğuda bağımsız bir Ermeni devleti kurmak için Osmanlı devletini zorlamaya başladılar. Berlin antlaşması Ermenileri umutlandırdı. Ha­yal ettikleri Ermenistan Devletini Anadolu’nun altı vilayeti: (Erzurum, Van, Bitlis, Diyarbakır, Elâziz ve Sivas) ki; bu gün­kü idareye göre: (Erzurum, Erzincan, Sivas, Tokat, Malatya, Tunceli, Elaziz, Adı­yaman, Bingöl, Diyarbakır, Siirt, Bitlis, Muş, Ağrı, Van ve Hakkâri vilayetleriy­le Bayburt kazasını içine alan Anadolu’nun yarısına yakın demek olan on altı vilayet ile bir kaza demek) ile Kilikya (İçel, Adana, Kahraman Maraş, Gazi Antep, Urfa ve Mardin) üzerinde kurmaya çalıştılar.

               1878’den İkinci Meşrutiyetin ila­nına (1908) kadar yani Sultan II. Abdülhamid Hanın saltanatı sırasında Anadolu ve İstanbul’da birçok kanlı ayaklanmalar çıkardılar. Ne yazık ki bu ayaklanmaların elebaşları Hristiyan Avrupa devletlerinin himayesiyle cezalandırılamadılar. 1908 den 1914 tarihine  kadar da gizli ve açık komite faaliyetleri görüldü. 1914’te Osmanlı devletinin Birinci Dünya Savaşına girmesi üzerine Çarlık Rus ordularıyla işbirliği ederek Türk ordusunu arkadan vurmaya kalkıştılar.

               1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra Osmanlı Ermenileri sürekli problem oluşturdular. Üst üste Büyük Devletlere başvurup özerklik istemeye başladılar. Hem Rusya’dan, hem de İngiltere’den an­layış, hatta destek gördüler. İstanbul Ermeni Cemaati, Ocak 1878’de, Edirne’ye gelmiş olan Rus Başkumandan Vekili Grandük Nikola’ya gizlice bir heyet gönderdi ve hem Rus Çarına bağlılıklarını bildirdi, hem de Ermeniler için özerklik istedi. Orada bulunan General İgnatieff söz verdi; yapılacak barış antlaşmasına Ermenilerle ilgili bir hüküm konacaktı. Gerçekten 3 Mart 1878 günü imzalanan Ayastefanos (Ye­şilköy) Antlaşması’na Ermenilerle ilgili bir madde kondu; bu madde daha sonra Berlin Antlaşması’na da girecekti.

               İstanbul Ermeni Patriği Nerses 13 Nisan 1878’de İngiltere Dışiş­leri Bakanı Lord Salisbury’ye bir muhtıra yolladı. Patrik, Ermenilerin artık Müslümanlarla bir arada yaşayamayacaklarını söyleyerek, “Türki­ye Ermenistan’ında bir Hıristiyan yönetim” kurulmasını istedi. “Türki­ye Ermenistan’ı” ile nerenin kastedildiği ise pek belli değildi. Çünkü Türkiye’nin çeşitli yerlerinde Ermeniler yaşıyor idiyse de hiçbir yerde bir Ermeni nüfus çoğunluğu yoktu; tıpkı bugün Ermenilerin yaşadığı Almanya’da, Fransa’da veya ABD’de bir “Ermenistan” bulunmaması gibi. Patriğin başvurusu da boşa gitmedi. 4 Haziran 1878’de Osmanlı Devleti ile İn­giltere arasında imzalanan Kıbrıs Antlaşması’nın birinci maddesinde Osmanlı Ermenileriyle de ilgili önemli bir hüküm yer aldı. Türkiye ba­kımından bu hüküm, Kıbrıs’ın yönetiminin İngiltere’ye bırakılması ka­dar önemliydi, denilebilir: çünkü bu hüküm Ermeni sorununu kamçıladı ve Anadolu’yu Balkanlaştırdı.

               Ermeni ihtilalcileri, 1890’lardan başlayarak, Anadolu’da kan dö­kerek bir “Büyük Ermenistan” hayalini hayata geçirmeye kalkıştılar. Büyük Devletlere güvenerek böyle bir maceraya atıldılar. Balkanlar’da yaşanan acılardan ibret alacakları yerde, Balkan milliyetçilerini örnek aldılar. Samsun-Mersin hattının doğusunda kalan bütün Anadolu topraklarını “Ermenistan” yapmak istiyorlardı! Buralar­da ezici bir Müslüman çoğunluk yaşadığını ise hiç hesaba katmadılar.

               Berlin Antlaşması’nın ardından ihtilalci Ermeni örgütleri kurul­du: 1887’de Hınçak örgütü, 1890’da Taşnak partisi sahneye çıktı. He­men belirtelim ki, bu örgütleri kuranlar Osmanlı Ermenileri değil, Rus­ya Ermenileriydi. Hınçak örgütü, Rusya’nın varlıklı Ermeni ailelerinin Avrupa’da okuyan çocukları tarafından İsviçre’nin Cenevre şehrinde, Taşnak örgütü ise Tiflis’te kuruldu. Ama her ikisi de Osmanlı Ermenilerini peşlerine takıp Osmanlı’ya silah çekti. Osmanlı topraklarında bir büyük Ermenistan kurma emeline kilitlendiler. Hiçbiri Ruslara si­lah çekip Rus İmparatorluğu içinde bağımsız bir Ermenistan kurmaya kalkışmadı. Ermeni ihtilalcileri veya komitacılar, 1890’lardan başlayarak yıl­larca Anadolu’yu kana buladılar; tıpkı yüz yıl sonra PKK teröristlerinin yaptıkları gibi. Üst üste silahlı Ermeni olayları, Ermeni ayaklanmaları çıkarıldı. Silahlı eylemler imparatorluk payitahtı İstanbul’a da taşındı. İstanbul’da, Galata semtindeki Osmanlı Bankası silahlı-bombalı bir Er­meni çetesi tarafından basıldı. Hatta 1905 yılında Sultan Abdülhamid’e de suikast düzenlendi. Ermeni çeteleri cüretkârlıkta Balkan çetelerini bile geride bıraktılar. Balkan asilerinden hiçbiri imparatorluk payitahtı İstanbul’da eylem yapmaya, suikast eylemlerini Osmanlı sarayına ka­dar taşımaya cüret edememişti. Ermeni çeteleri bunlara da cüret ettiler. Eylemleri ses getirdi, Avrupa’da ve Amerika’da yankı yaptı. Yurtdışında “Müslüman Türkler, masum Hıristiyan Ermenileri kesiyor” diye haksız bir haçlı propaganda kampanyası yürütüldü; Osmanlı yönetimi ve Türk halkı karalanmak istendi.

               Tehcir kararının alındığı 27 Mayıs 1915 tarihinde Osmanlı İmparatorluğu I. Dünya Savaşının içindeydi. 1915’ten Eylül 1917’ye kadar Doğu Anadolu ise Rus işgali altında idi. Osmanlı Ordusu Sarıkamış’ta (22 Aralık 1914 – 15 Ocak 1915) yenilmiş ve Doğu Anadolu halkı Ermeni ve Rus zulmünden Anadolu’nun içlerine kaçmıştı. Türklerin gençleri ve eli silah tutan tüm erkekleri cephede idi. Ordumuz Doğu’da uzun bir cephede Ermenilerin yardım ettiği Ruslara yenilmişti. Çanakkale’de deniz savaşlarından sonra başlayan kara savaşları (1915-1916) acımasızca sürmekte idi. Doğudaki Rus saldırısına açıkça destek veren Ermeni gönüllüleri, Van ilini ele geçirerek  asırlarca komşuluk ettikleri 30 bin silahsız ve savunmasız Türk’ü katletmişlerdi. Taşnak ve Hınçak adını taşıyan Ermeni terör örgütleri Bitlis, Muş ve Diyarbakır’da on binlerce savunmasız insanı katletmekle beraber Ruslarla savaşan Osmanlı ordusunun ikmal yollarını kesmek ve arkadan vurmaktan da geri durmamıştı. Cephe gerisinin Ermeni terör örgütlerince isyan alanı haline getirilmesi üzerine, savaşan orduları; erkekleri cephede olan kadın, yaşlı ve çocuklardan müteşekkil köyleri korumak için Osmanlı devleti haklı olarak birçok isyanın olduğu bölgede Ermeni tehcir kararı alınmıştı. 1917’ye gelindiğinde ise Rusya’da Bolşevik ihtilali olmuştu. Çarlık Rus ordusu Osmanlı topraklarından çekilmek zorunda kaldı. Onlarla birlikte Ermeni çeteleri yaptıkları katliamların korkusuyla ve diğer çaresiz Ermeni halk da kuzeye yani Erivan’a çekildi. Prof. Dr. Kemal Karpat’a göre bu nüfus 1 milyon Ermeni nüfusu demekti. Tehcirin yapıldığı 1915 yılında Osmanlı topraklarında İstanbul Ermeni’si dâhil toplam Ermeni nüfusu 1,5 milyon bile değildi. Ermeni Patriği o yıllarda 2,5 milyon Ermeni nüfusu olduğunu söylemekteydi. Fakat İstanbul İngiliz elçisi Goschen Doğu illerindeki konsoloslarından Ermeni Patriğinin 2,5 milyon Ermeni nüfusu iddiasının araştırılmasını ister. Gerçek patriğinin söylediği gibi değildir. İngiliz elçisinin Patriğe bu yalanının sebebini sorduğunda aldığı cevabî mektup ise ilginçtir: “Biz Ermeni nüfusu bazı yerlerde iki defa saydık. Mesela Sivas’ta saydığımızı Erzurum’da da saydık. Göçebe Müslümanları da saymadık.” İşin doğrusu şudur: İngilizlerin sayımı 1 milyon 400 bin, Sultan Abdülhamid’in yaptırdığı sayımda da 1 milyon 200 bin Ermeni’dir. Tehcir sonrası 100-200 bin Ermeni Osmanlı toprağında kaldığına göre iddia edilen sözde Ermeni soykırımı  olması matematiksel olarak mümkün değildir. Çok az miktarda kayıp vardır. Gerçek, bir milyon Ermeni nüfusunun Çarlık Rusya’sının 1917’de yıkılması ile Erivan’a kaçmasında aranmalıdır.

               Balkan savaşları (1912-1913) nedeniyle yerlerinden kovulan milyonlarca Müslüman ve Türk nüfus Anadolu’ya sığınmıştır. Nüfusunun 5 milyonu yollarda Balkan çetelerince imha edilmiş, hastalıktan ve açlıktan ölmüşlerdir. İstanbul ve Anadolu’ya sığınabilenlerden sonra Osmanlı aldığı Ermeni tehcir kararı ile yeni bir Balkan Faciası yaşanmasını istememiştir. Bu nedenle  tehcir kararı açıkça birçok cephede savaşan bir devlet ve millet için vatan savunmasından ibarettir. Ermeni vatandaşlarına asla ayrımcılık yapmamış hatta onları yıllarca “sadık tebaa” olarak isimlendirmiştir. 1916 yılı ortalarına kadar tehcir esnasında ihmali olanlar hakkında Osmanlı Devleti içlerinde mülki ve askeri bürokrasiden kişilerin de yer aldığı 67 kişinin idam cezasına, 524 kişinin hapis cezasına ve 68 kişinin diğer cezalara çarptırılmasına karar vermiş ve uygulamıştır. Dolayısıyla 1915 olayları soykırım olarak nitelendirilemez. O dönem Osmanlı İmparatorluğu merkezinde hatta İstanbul dâhil işgal bölgelerinde görev yapan diplomatlar ve askeri yetkililer ile ülkelerine rapor gönderen görevlilerin belgelerinde yer alan hususlar soykırım mağdurlarının Ermeniler değil Türkler olduğunu göstermektedir.

Prof. Dr. Hilmi ÖZDEN

Cevapla